EKSPO FAKTORİNG A.Ş.
2021 FAALİYET RAPORU
Bankacılık Sektörünün Gelişimi

19. yüzyılda başlayan bankacılık geleneği

Türk bankacılık sistemi, Avrupa’ya göre oldukça geç gelişmiş ve 19. yüzyılda ortaya çıkmaya başlamıştır. Bankacılık (ya da bankerlik) ülkedeki azınlıklar ve yabancı uyruklular tarafından yapılagelmiştir. Bankerler, İstanbul’un Galata semtinde yoğun olarak faaliyet gösterdiğinden 1850’li yılların başından itibaren bu kişilere kısaca Galata Bankeri denmiştir.

Türk bankacılığı açısından ilk önemli hukuki metin, 1852 yılında çıkarılan, faiz oranlarını sınırlayarak tefeciliği önlemeye çalışan Murabaha Nizamnamesi’dir.

Osmanlı hükümetinden izin alınmadan, yabancı uyruklu kişilerin faaliyetleriyle 1842 yılında İzmir’de gayri resmi olarak açılan İzmir Bankası’nın kapatılmasıyla birlikte uzun bir süre herhangi bir banka kurma teşebbüsüne rastlanılmamıştır. 1847 yılında ise Bank-ı Dersaadet kurulmuştur. 1849-1852 yılları arasında faaliyette bulunan Dersaadet Bankası, kambiyo istikrarının tutulmasına yönelik olarak, zararları devlet tarafından karşılanan bir nevi istikrar fonu olmuştur.

Osmanlı Bankası ise 1856’da kurulan İngiliz sermayeli Bank-ı Osmani (Ottoman Bank) ile 1862 istikrazını üstlenen Fransız mali grubu Banque de Paris et des Pays-Bas ortaklığıyla, 1863’te İstanbul’da Bank-ı Osmanî-i Şahane adıyla kurulmuştur. Kendi bankasını kuramayan Osmanlı yönetimi banknot basma imtiyazı ve tekelini 30 yıl süreyle Bank-ı Osmanî Şahane’ye vermiştir. Almanya’nın Deutsche Bank’ı ise bir yatırım bankası olarak ülkeye girmiştir.

İkinci Meşrutiyet’in ilanıyla birlikte yerli sermayeye dayalı ulusal bankaların da sayısı artmıştır. İstiklal Savaşı ile biten bu dönem, bankacılık tarihimiz açısından bir deneyim edinme süreci olarak önem taşımaktadır. Lozan Antlaşması’nın imzalanmasından dört ay önce toplanan Türkiye İktisat Kongresi’nde kurulacak yeni cumhuriyetin ekonomik hedefleri belirlenmiş ve Lozan Antlaşması ile daha önce yabancı bankalara tanınmış birçok imtiyaz geri alınmıştır. Kongrede, ekonomik gelişimin ulusal nitelikte olması gerektiği yönünde alınan kararlar, 1950’lere kadar Türk ekonomisine damga vuracak devletçi yaklaşımın ilk adımı olmuştur. Kamu maliyesinde “altın ilke” denilen, devlet bütçesinin açık vermemesine yönelik denk bütçe yaklaşımı benimsenmiştir.

Ulusal bankacılığın gelişimi

Cumhuriyetin ilanından sonra ulusal bankacılığı geliştirmek amacıyla devlet teşvikiyle birçok banka kurulmuştur. Merkez Bankası (TCMB) ise 1931 yılında faaliyete başlamıştır. Tüm dünyada ekonomik çöküntüye yol açan Büyük Buhran sonrası bankacılıkta devlet müdahaleleri gündeme gelmiştir. Bu dönemden itibaren Türkiye’de kamu bankalarının ağırlığı artmıştır. İkinci Dünya Savaşı sonrasında ekonomide devletçiliğin yerine özel kesimin öncülüğünde bir kalkınma politikası yerleştirilmeye çalışılmıştır. Özel sektör bankacılığı bu dönemde oldukça gelişmiş ve çok partili siyasal ortama geçilmesiyle birlikte ekonomi dışarıya açılmaya başlamıştır. Ancak 1953’ten itibaren ekonomik dengeler bozulmuş, enflasyon ve dış ticaret açıkları hızla artmıştır.

Bankacılık devlet kontrolü altında

1960’ların ilk yarısında 15 banka faaliyetlerine son vermiş ve bu bankalar tasfiye edilmiştir. Bankacılık sistemi bir kez daha önemli ölçüde devlet kontrolü altına girmiştir. 1980’lere kadar Türkiye ekonomisi, yeniden dışa kapalı bir ekonomi görünümü almış, faiz oranları ve döviz kuru, devlet tarafından ve dünya piyasalarından bağımsız olarak belirlenmiştir. 1980’den itibaren mali sistemde liberalizasyon başlamış ve ekonomi yeniden dışa açılmıştır. Ekonomik büyümenin hızlanmasıyla finansal sistem genişlerken bankacılık sektörü de uluslararası banka ve finans sistemiyle bütünleşme sürecine girmiştir. Ticaret bankası, yatırım bankası ve şube düzeyinde birçok yabancı bankanın faaliyete geçtiği ve Türk bankaları ile ortaklık kurduğu gibi, Türk bankaları da yurt dışında şube açarak ve banka kurarak örgütlenmiştir.

Döviz piyasalarının kuruluşu

1994 bankacılık ve finans krizi, TCMB’nin duruma zamanında ve gerekli ölçüde müdahale edecek kadar rezervi olmaması nedeniyle yaygınlaşmış ve tüm bankacılık sektörünü ve ekonomiyi tehdit eder hale gelmiştir. Bankacılık sektörünün 1994 krizinden ciddi boyutta etkilenmesinin temel nedeni, 1989-1993 döneminde izlenen düşük döviz kuru ve yüksek faiz politikalarının sona ermesiyle kâr oranlarının düşmesidir. 1989 yılında yürürlüğe giren kararlarla para piyasaları ve döviz piyasaları kurulmuş ve yatırımcılar dövize yönelmeye başlamıştır. Ancak Hazine ve TCMB, bu yeni eğilimi dengeleyecek düzenlemelerde yetersiz kalmıştır. Banka sayısının arttığı ve faiz oranlarının piyasada belirlendiği bu yeni rekabet ortamında, globalleşmenin de etkisiyle bankacılık sistemi kriz olgusuyla yüzleşmek durumunda kalmıştır.

Faktoring faliyetlerinin başlaması

Türkiye’de faktoring faaliyetleri ilk olarak 1988 yılında, bankalar bünyesinde gerçekleştirilen işlemlerle başlamıştır. 1990 yılında ise ilk yetkilendirilmiş faktoring şirketi kurulmuştur. Finansal hizmetlerin çeşitlenmesi ve gelişmesi yolunda önem taşıyan bankacılık dışı finansal kesimin öncü sektörü olan faktoring, 2000’li yılların ikinci yarısından itibaren hızlı bir gelişim sürecine girmiştir. Türkiye 2000 yılına çok önemli ekonomik kararların alındığı bir ortamda girmiştir. Şubat 2001’de, mali piyasalara güvenin kırılganlığı bir kez daha finansal krize yol açmıştır. Bunun bir sonucu olarak 2000 Enflasyonu Düşürme Programı’nda öngörülen para ve kur politikaları terk edilerek 22 Şubat 2001’de dalgalı kur sistemine geçilmiş, böylelikle Enflasyonu Düşürme Programı da sona ermiştir.

Krizlerin bankacılığa etkileri

2000-2001 krizleri, finansal sistem, özellikle bankacılık sistemi üzerinde büyük tahribat yaratmıştır. Kriz sonrası dönemde, IMF gözetiminde uygulamaya konulan Bankacılık Sistemi Yeniden Yapılandırma Programı, finansal sistem reformunun başlangıç noktasını oluşturmuştur. Program kapsamında kamu sermayeli bankaların sermaye yapıları güçlendirilmiş, görev zararı alacakları ödenmiş, yeni görev zararlarının doğmasına imkân veren düzenlemeler kaldırılmış, kısa vadeli yükümlülükleri tasfiye edilmiştir. 2001 sonrasında yapılan temel reformlar, bankacılık sektörünün etkin düzenleme, denetim ve sıkı risk yönetimi ile güçlü bir mali ve operasyonel yapıya kavuşmasını sağlamıştır. Sermaye yapısı güçlü, krizlere karşı daha sağlam ve uluslararası ölçekte rekabet edebilir bir konumda bulunan sektör, bu anlamda gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde sıkıntı yaşayan bankacılık sektörlerinden ayrışmaktadır. Türkiye, 2008-2009 krizi sonrasında bankacılık sektörüne açık veya kapalı kamu desteğinin sağlanmadığı tek OECD ülkesi olmuştur.

Dijitalleşme ile yeni bir dönem

Dünyada ilk ATM 1961’de New York’ta denenmiş, ancak müşteriler ilgi göstermediği için altı ay sonra kaldırılmıştır. ABD’de ilk Elektronik Fon Transferi Yasası’nın çıkması ise 1978 yılını bulmuştur. Türkiye’de ilk EFT işlemi 1 Nisan 1992’de, internet bankacılığı ise 1997 yılında başlamıştır. 2000’li yıllardan itibaren bankacılıkta hızlanan dijitalleşme, 2020 yılında başlayan COVID-19 salgını ile yepyeni bir boyuta taşınmıştır. Dünyada bankaların çalışma süreleri kısalmış, ancak bunun yanında yeni dijital özelliklere kavuşmuştur: Yüzde 34’ü çevrimiçi olarak hesap açma, yüzde 23’ü uzaktan tanımlama ve doğrulama, yüzde 18’i ise temassız ödeme özelliklerini devreye almıştır. Yapay zekâ ve gelişmiş veri analizi sayesinde Chatbot kullanımı müşteri memnuniyetini yukarı çekmeye başlamıştır. Bununla birlikte, kişisel ve mali verilerin gizliliği ve güvenliği yepyeni bir tehdit sahası açmış ve siber güvenliği bankacılık sektörünün en önemli yatırım kalemlerinden biri haline getirmiştir.

Türkiye’de bankacılığın bugünü

2021 yıl sonu itibarıyla sektörde, 35 adedi mevduat bankası olmakla birlikte, katılım, kalkınma ve yatırım bankaları dâhil toplam 51 banka faaliyet göstermektedir. Yıl sonu itibarıyla sektörde şube sayısı 9.726, çalışan sayısı ise 185.248 olarak gerçekleşmiştir.